Evliya Çelebi, Seyahatnamesi’nde Merzifon için, “Bâd-ı sabâ-yı şehir güzel olduğundan ehalisi tendürüsttür” diyor. Yani günümüz Türkçesi ile söylersek; şehrin sabah rüzgarı güzel olduğundan, halkı güzel vücutludur demeye getiriyor. Merzifon’a uğrayan birkaç seyyahtan bir tanesi olan Evliya Çelebi elbette Merzifon’un yalnızca rüzgarından bahsetmemiş. Daha birçok özellik ve güzellik Seyahatnamede yer almakta.
Ancak ikibinbeş yüz yıllık bir şehir olan Merzifon büyük tahribatlarla karşı karşıya kalmış ve sinesinde barındırdığı bu güzelliklerin çoğunu günümüze taşıyamayarak tarihî kent olma görünümünü büyük oranda kaybetmiştir.
Bu yüzden Evliya’nın kendine has üslubuyla anlattığı Merzifon kalesini, leziz ve sulu üzümlerini, Piri Baba tekkesi civarındaki dükkanları, dokumacıları, boyacı esnafını, eski hanın sol köşesinde asılı duran pehlivan gürzünü ve daha yüzlerce güzelliği bu gün ne yazık ki bulamazsınız. Ancak çoğunlukla Taşan Dağlarından esen kuzey rüzgarlarının nağmelerini yaz aylarında dahi duyar, sizi sarıp sarmalamasını bu gün de hissedebilirsiniz.
Merzifon’un Adı Nereden Gelmektedir?
Merzifon Orta Karadeniz bölgesinde, Taşan dağının güney eteklerinde, deniz seviyesinden 750 metre yükseklikte Amasya iline bağlı bir ilçe merkezidir. (1) Denizle doğrudan ilişkisi yoktur, fakat ulaşım imkanları bakımından oldukça elverişli bir konuma sahiptir. (2) Merzifon'un ismi ile ilgili iki ayrı söylence vardır. Bunlardan birine göre; MÖ.700'lü yıllarda Merzifon'un 4 km doğusunda, bugün Marınca diye anılan köyün bulunduğu yerde, bölge valisi Barsevinç kendi ismini taşıyan bir kasaba inşa ettirmiştir. Bu kasabanın ismi zamanla değişerek Marsevinç, Mersuvan ve sonra da Merzifon olmuştur. Ancak bu söylentinin tarihi bir dayanağı yoktur.
Diğer söylentiye göre de; M.Ö.222'de bölge valisi V. Mithridates, bugünkü Merzifon'un yerinde, Merzpond isimli bir kale yaptırmıştı. Bu isim zamanla Merzban, Merzifon şeklinde değişmiştir. 'Merz' kelimesi Farsça'da 'sınır', mahal, sükûn”, 'fon' kelimesi de Pont'un Arapçalaştırılmış şeklidir. Buna dayanarak Merzifon'un 'Pond karargâhı' anlamına gelen bir sözcükten türediği iddiası da şüpheyle karşılanmaktadır.
Tarihi Kalkolitik çağa kadar uzanan yörede bulunan Merzifon’un çekirdeğini Hititler döneminde askerî ve ticarî amaçlarla yapılan, bir sınır karakolu niteliğine sahip küçük bir kalenin oluşturduğu belirtilir. Hitit'ler bu kaleyi ticaret yolunun güvenliği ve Kaşka saldırılarına karşı bir önlem olarak sınır karakolu niteliğinde inşa etmişlerdir. Günümüzde Merzifon'a bağlı Oymaağaç Köyü de önemli bir Hitit yerleşim merkezi idi.
Kesin olan bir şey var ki, Romalı kumandan Pompeius’un M.Ö 64’te Pontus Kralı III. Mitridates’i yendiği sırada Fazemonid / Phazamonitis adlı bir yerleşme yeri mevcuttu. Pompeius burayı şehir olarak ilan etmiş ve Neapolitis adını vermiş, zamanla Phazemon Neapolis şeklinde anılmıştı. Milattan sonra V. Yüzyılda Bizanslı Stefan şehri Phamidzon (Famizon) olarak kaydetmiştir. Ayrıca Phamadzon, Phameidzon şeklinde de geçen bu ad önce Famezon’a, ardından Mazifon, Marsovan, Mersivan’a dönüşmüş. Selçuklu kaynaklarında “Bazimûn”, Fars kaynaklarında “Merzuban” ve Osmanlı döneminin belgelerinde “Merzifon” imlasıyla yazılmıştır.
Antik Çağda Merzifon
Amasyalı coğrafyacı Strabon, Samsun-Amasya toprakları arasında Phazemon denilen bölgenin merkezini teşkil eden bir köy olduğunu ifade eder. Strabon Roma komutanlarından Pompei’nin, Mitridat’a karşı açtığı savaşta Pont zaferini kazandıktan sonra bu bölgede yaptığı gezide (M.Ö 64) Fazemon denilen latif ve engebeli bir ovadan geçtiğini ve bu ovanın merkezi olan Phazemonitid köyüne uğradığını söyler ki, buranın Merzifon olması kuvvetli ihtimaldir. (4)
Strabon’un bin köy olarak belirttiği Merzifon ovasında yapılan arkeolojik araştırmalarda yüzlerce höyük ve yerleşim yeri saptanmıştır. 1897, 1994, 95-96-99 ve 2000 yıllarında bölgede ekibiyle çalışmalar yapan Prof. Dr. Mehmet Özsait tespit ettiği höyük ve yerleşim yerlerinde büyük tahribatlar olduğunu belirterek; bölgenin en erken maddi kültür belgelerini veren yerleşmelerin çok zaman kaybetmeden sistematik olarak kazılmasının bölge kültür tarihinin aydınlatılmasına önemli ölçüde katkıda bulunacağını ifade etmektedir. (5)
27 yıl Merzifon’da yaşayan Amerikan Koleji Müdürü Georgie White’de hatıralarında “Kolej alanında ve etrafında bir arkeolojik bilgi hazinesi yatıyordu. Etrafta her yönde birkaç millik at binimi mesafede tamamen veya kısmen yıkılmış kaleler vardı. Bir keresinde bir köyden geçerken muhteşem bir Hitit aslanı, Roma yol taşları, Bizans-Grek- Hristiyan mezar taşları bulmuştuk. Eski şehir ve kalelerin etrafında, eski kümbetlerde saklı tapınaklarda benzeri yerlerde bol bulunan boyalı çanak çömleği toplayıp karşılaştırmayı adet haline getirdik” diyerek Merzifon’un arkeolojik zenginliğini anlatmaktadır.(6) Hatta Amerikan Koleji bünyesinde yedi bin parça esere sahip olan bir botanik ve arkeoloji müzesi kurulmuş.
Merzifon’un Tarihî Dokusu
Ne yazık ki ihmal, ilgisizlik, kültür ve sanat eserlerine sahip çıkması gereken kurum ve kuruluşların duyarsızlığı gibi sebeplere 1921 yılındaki büyük yangın ve 1943 depremi gibi tabii afetlerde eklenince, tarihin bir çok evresine şahitlik eden Merzifon’da günümüze pek az eser ulaşabilmiştir. Günümüz Merzifon’unda Hitit, Frig, Pers, Roma ve hatta Selçuklu dönemine ait eser bulmak mümkün değildir. Ayakta kalabilen eserlerin tamamı Osmanlı dönemine ait eserlerdir. Her ne kadar şu anda yıkılmış vaziyette olan Eski Hamam’ın Roma , Sultaniye Medresesi’nin Selçuklu dönemlerinden kalan eserler olduğu değişik kaynaklarda ifade ediliyorsa da; bu eserler sonraki yüzyıllarda adeta yeniden inşa edilmiş ve orijinal hallerinden hemen hemen hiçbir emare kalmamıştır.
Günümüzde Merzifon’da ayakta kalmayı başarabilmiş tarihi eserlerin belli başlı olanları şunlardır:
Sultaniye Medresesi: Selçuklular döneminde yapılıp Çelebi Sultan Mehmet tarafından onarılan medrese Anadolu’nun en eski ve ünlü beş medresesinden birisidir.(7) Selçuklu medrese mimarisindeki dört eyvan şemasının tekrar tatbik edildiği medrese tam bir kare plan teşkil etmektedir. Dört kenarın ortasında bulunan dershaneler dışarıda beden duvarlarından çıkıntı meydana getirir. Medresenin giriş kapısının orijinali Ankara Etnoğrafya Müzesine götürülmüş iken aslına çok da uygun olmayan bir kopyası geçtiğimiz yıllarda Merzifon Belediyesi tarafından yaptırılarak takılmıştır. Medresenin yapımına 1414 yılında mimar Ebubekir Mehmed b. Hamzatü’l-Müşeymeş tarafından başlanmış, Çelebi Sultan Mehmed’in emri üzerine Umur b. Ali Bey tarafından tamamlanmıştır.(1417) …devrin en seçkin eserlerindendir. (8) Medrese ve imaret olarak yapılmış olup, şair Ziya Paşa Amasya mutasarrıfı iken medresenin giriş kapısı üzerine büyük bir saat kulesi yaptırmıştır. (1866)
Eski Hamam: Halk arasında Bizanslılardan kalma olduğu söylenen hamam günümüzde yıkılmaya terk edilmiş bir durumdadır. Katip Çelebi’nin Cihannüma’sında Atik Kâfir Hamamı diye kaydedilmiş olması Bizans döneminden kalma olduğu iddiasını doğrular mahiyettedir. Giriş kapısındaki kitabesi de hamam gibi büyük oranda tahribata uğradığından okunamamaktadır.
Medrese Önü Camii: Sultaniye Medresesinin yanında bulunduğu için bu adla anılan cami Sultan II. Murat tarafından yaptırılmıştır. Uzunca bir dikdörtgen plan teşkil eden caminin üzerini ahşap tavanlı kiremitli bir çatı örtmektedir. Caminin biri kuzeyde, diğerleri doğu ve batıda olmak üzere üç kapısı bulunmaktadır ki bunlardan doğu kenardaki kapının kanatları ahşap oymacılığı bakımından oldukça güzeldir. Bu kapının 1904 yangınında yok olan Ulu Camiye ait olduğu ve yangından kurtarılarak buraya takıldığı söylenmektedir. Caminin bütün tavanı, Merzifon’daki diğer ahşap tavanlı camilerde olduğu gibi aşı boyaları ile nakışlı iken yapılan tamirlerde tavan değiştirildiğinden sadece eski kirişler üzerinde pek az nakış kalmıştır. Mihrabın bütün etrafını biri dar, diğeri geniş iki kitabe bordürü çevirmektedir ki, bunlar Kelime-i Tevhid’dir. (9)
Taceddin İbrahim Camii: Gazi Mahbup Camii olarak ta adlandırılan Tacettin İbrahim Paşa Camiinin ne zaman yaptırıldığı bilinmemekle beraber, caminin altında bulunan ve Çukur Şadırvan diye bilinen bu camiye ait şadırvan ve çeşmeler 1452 yılında yapıldığına göre, caminin de aynı yapı karakterini taşıdığı göz önüne alınarak XV. yüzyıl içinde yapılmış olduğu kabul edilir.(10) Kare planda, tek kubbeli küçük bir mescit olan eserin minaresi kesme taştan olup 1941 depreminde şerefe hizasına kadar yıkılmış olup 70’li yıllara kadar kapalı kalmış, 1975 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından restore edilmiştir. (11)
Alaca Minare Camii: Arapça olan kitabesine göre1501 yılında yapılmıştır. Tek kubbeli bir mescit olan Alaca Minare Mescidinin planı, son cemaat yeri ile birlikte muntazam bir dikdörtgen meydana getirmektedir. (12) Dış duvarları moloz taştan yapılmış, kirpi saçaklarla son bulmuş, duvarlarda taşlar arası derz yapılmıştır. Kuzey cephede beden duvarlarının uzantısı olan yan duvarlar ile ortada bir payenin taşıdığı iki sivri kemer son cemaat yerini meydana getirmektedir. Minaresinde kırmızı tuğla malzemesi kullanılmıştır.
Sofular Camii: XVI. yy.da Abdullah Paşa tarafından yaptırıldığı söylenen caminin kitabesi yoktur. 1939 depreminde büyük hasar gören caminin avlusu içinde aynı döneme ait tek kubbeli bir türbe yer almaktadır. Dönemin taş işçiliğini başarıyla yansıtan eserin sokağa bakan köşesinde bir de çeşme bulunur. (13) Tek kubbeli mescitlerden olan eserin planı, kuzeydeki son cemaat yeri ile birlikte muntazam bir dikdörtgen meydana getirmektedir. Tamamına yakın bir kısmı depremle yıkılan cami Vakıflar tarafından eski durumuna uygun olarak restore edilmiştir. Caminin kuzeybatı köşesinde silindirik tuğla gövdeli minaresinin sadece alt kısmı eskidir. Gerek kubbe içi ve gerekse son cemaat yeri kubbeleri günümüzde yeşil, kırmızı, mavi renkli kalem işleri şeklinde nakışlarla kaplı ise de depremde yıkılmadan önce caminin içinin barok üslupta bitki motifleri ile süslü olduğu bilinmektedir. (14)
Dobak Minare Camii: Harmanlar Mahallesinde bulunan camii kitabesine göre 1774 yılında Elhac Mustafa adında bir şahıs tarafından yaptırılmıştır. (15)
Bozacı Camii: Gazi Mahbup Mahallesinde, eski ekin pazarının girişinde bulunan eserin yapılış tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Fakat Bozacı Camii adıyla tanınan mescidi, bölgedeki diğer eserleri de göz önüne alarak tarihlendirmek gerekirse muhtemelen XVI. veya XVII. yüzyıllarda yapılmış olabileceği kabul edilebilir. Bozacı Camii, kesme taştan yapılmış beden duvarları, sekizgen kasnaklı ve kiremitle örtülü kubbesi, üç kemerli ve kubbeli son cemaat yeri ile XVII. yüzyılın tipik eserleri arasında yer alır. Kuzey cephesinde dört sütunun taşıdığı üç kemerli son cemaat yerinde gerek sütun başlıklarının sadeliği ve gerekse mimaride görülen mütevazilik esere değişik bir görünüş kazandırmaktadır. Caminin karşısında antik malzemelerin de kullanıldığı bir çeşme bulunmaktadır.(16)
Çay Camii: Hacıbalı mahallesinde bulunan caminin diğer adı da Ahçı Hüseyin Ağa camidir. Dıştan basit ve dikdörtgen planda bir yapı olan Çay Camiinin yapıldığı tarihi belirten herhangi bir kayıt bulunmamaktadır. Fakat caminin bugüne kadar gelen rivayetlere göre Ahçı Hüseyin Ağa tarafından yaptırılmış olduğu ve öte yandan tavan nakışlarının diğer camilerdeki benzer örneklerinin yapılış tarihleri ile kıyaslanarak XVIII. veya XIX. yüzyıl içinde inşa edilmiş olabileceği kabul edilebilir. Yarı ahşap olan caminin üzeri kiremitli bir çatı ile örtülmüş bulunmaktadır. İç mekanda dikkati çeken ve caminin en güzel tarafını teşkil eden özellik tavan süslemeleridir. Kuzey cephede beden duvarlarının uzantısı olan yan duvarlar ve bu duvarları ortada bir paye ile birleştiren iki sivri tuğla kemer son cemaat yerini meydana getirmektedir. (17)
Hacı Hasan Camii: Hacıhasan mahallesinde yer alan cami 1714 yılında yapılmış, 1871’de tamir ettirilerek yenilenmiştir. Dikdörtgen planda olan eser önceleri ahşap iken, 1871de duvarlar yeniden ve kârgir olarak yapılmıştır. Caminin en güzel tarafını oluşturan, ahşap boyalı tavanı da bu tamir esnasında yapılmıştır. Bilhassa orta kısım nakışları XIX. yüzyıl ahşap nakışçılığının en güzel örnekleri arasında sayılabilir. Geometrik şekillerle süslü olan tavanın belli başlı motifleri, altıgenler, baklavalar ve natüralist çiçek motifleri, bir ters bir düz konmuş olan palmetlerdir. (18) 1940 yılında yine bir onarım görmüş olan caminin avlusuna 90’lı yıllarda caminin tarihi karakteri ile bağdaşmayan abdest alma yeri yapılmıştır.
Paşa Camii: Merzifon’un en büyük camisi olan Kara Mustafa Paşa Camii kitabesine göre 1666 tarihinde yapılmıştır. Tamamı dikdörtgen planda olan esas ibadet mekanı iki kısımdan müteşekkil olup, tek kubbeli olan esas kısma, kuzeyde kubbe ağırlığı, üç kemer ve iki paye üzerine bindirilmiş, böylece kuzey duvarı geriye alınarak mekan boyuna olarak genişletilmiştir. Dıştan tamamen kesme taştan yapılmış beden duvarlarının üzerinde büyük sekizgen kasnağın dört köşesinde gene sekizgen ve kule şeklinde dört küçük kubbe esas kubbenin etrafını süslemektedir. (19) 1930 yılında Merzifon’a uğrayan ve yapıyı inceleyen Gabrıel’in çizdiği planda; gerek son cemaat yeri, gerek iç mekandaki bazı elemanların yerleri ve pencere sövelerinin çiziminde bazı farklılıklar vardır. Bu da yapının 1952 Vakıflar Genel Müdürlüğü onarımlarında bazı değişikliklere uğradığını gösterir.
Caminin mihrabı ve minberi çok sade bir tarzda yapılmış iken, 1997 yılı yaz aylarında yapılan onarım esnasında bilinçsizce yapılan değişiklikler sonucu minber tamamen değiştirilmiş, mihrap ise büyük oranda tarihi özelliğini kaybetmiştir. Bu değişiklikler esnasında cami iç mekan elemanları ve süslemeler açısından orijinal durumunu nerdeyse tamamen kaybetmiş ve modern bir havaya bürünmüştür. Avlunun tam ortasında yer alan onaltıgen mermer şadırvanın üzeri içten bağdadî tarzda kubbe, dıştan kurşun kaplı, sivri pramidal bir külahla örtülüdür. Kubbe içerisini süsleyen resim ve nakışlar; bu yörede XIX. yüzyılın ikinci yarısında başka yapılarda da imzası bulunan Zile’li Emin Usta’ya aittir.(20) Bütün şadırvanı boydan boya çeşitli resimler kapladığından buna panorama demek daha doğrudur. Bu panoramada İstanbul’un başta minareleri, sonra sarayları, köşkleri, kışlaları, bostan dolapları, top arabaları, değirmenleri, köprüler, vazolar ..(gibi bir çok obje) yer alır. (21)
Şadırvanın kubbe içini süsleyen bu panoramik resimler son dönem Türk resim sanatının nadide örneklerindendir. Paşa Camii 2005 yılının ilk aylarında başlayan restorasyon çalışmasıyla bir kara daha onarımdan geçirilmektedir. Aslına uygun bir tarzda restore edilmesine gayret gösterilen caminin minaresi yeni baştan yapılmıştır.
Paşa Hamamı: Kara Mustafa Paşa Külliyesi içinde yer alan hamam külliye merkezinin kuzeyinde ve takriben 300 metre kadar uzağında Hacıbalı mahallesinde, tarihi kalenin bulunduğu tepenin kuzey eteklerinde inşâ edilmiştir. Külliye binalarından kopuk ve uzakta inşa edilmiş olmasının en önemli nedeni, merkezde daha önceden yapılmış olan hamamların varlığıdır. (22) Kitabesinden de anlaşıldığı gibi 1678 de Paşa Camiine ek olarak yaptırılmıştır. Tek hamam halindeki eserin soyunmalığı kesme taştan yapılmıştır. Hamam işleticileri tarafından izinsiz olarak zaman zaman yapılan onarımlarla iç mekan tarihi özelliklerini büyük oranda kaybetmiştir. 2007 yılının yaz aylarında başlayıp 2008 yılında bitirilen çalışmayla Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından aslına uygun şekilde restore edilmiştir.
Tuz Pazarı Hamamı: Külliye binalarının yaklaşık 100 metre kadar güneyinde, kendi adını aldığı Pazar meydanında bulunmaktadır. Kara Mustafa Paşa Vakfından olduğunu belirleyen hiçbir yazılı belge olmamasına rağmen, genel bir temâyül olarak vakıftan olduğu kabul edilmiştir. Kesme taştan yapılmış duvarlar arasında üçer sıra tuğla kullanılarak dış duvarlara ayrı bir güzellik kazandırılmıştır. Mekanı örten kubbe dışta oluklu kiremitlerle kaplanmıştır. (23) Kendisine ait bir tarih bildiren herhangi bir kitabesinin olmaması nedeniyle yapılış tarihi kesin olarak bilinmemektedir.Değişik kaynaklarda verilen tarihler ise hatalıdır. 2008 yılı içinde restorasyon çalışmaları başlayacaktır.
Çifte Hamam: Kadın ve erkeklere ait ve birbirine bitişik olarak yapılmış iki hamamdan ibarettir. Erkekler kısmı üzerindeki kitabesinde ‘Sultan Murad Han oğlu Sultan Mehmed emri ile yapılmıştır. Allah mülkünü daim etsin. Sene 1473.’ yazmaktadır.
Taş Han: Kara Mustafa Paşa külliyesine ait binalardandır. İnşa kitabesi bulunmadığından yapının kesin yapılış tarihi bilinmemektedir. Vakfiye kayıtlarındaki bilgiler, plan ve mimari özellikleri yapının 17. yüzyılın üçüncü çeyreğinde inşa edilmiş olabileceğini göstermektedir. Hanın mevcut durumuna bakıldığında, restorasyon konusunda bu güne kadar herhangi bir müdahalede bulunulmadığı dikkat çekmektedir. Merzifon Taş Han’ın gerek plan, gerekse mimari konstrüksiyonu açısından Osmanlı hanları içerisinde çok önemli ve ayrı bir yere sahip olduğu söylenebilir. (24) Merzifon Taşhan’ı 2008 yılının Mart ayında başlatılan çalışma ile Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından restore edilmekte olup; restorasyon çalışması sonunda otel olarak kullanıma sunulacaktır.
Bedesten: Kara Mustafa Paşa Külliyesi dahilindeki en önemli tesislerden birisi Bedesten binasıdır. Merzifon Bedesteni, günümüze kadar yıpranarak gelebilmiş dükkan üniteleri hariç, asıl fonksiyonunu kaybettikten sonra, geniş hacimli iç mekanı bir müddet dokuma atölyesi, ardından tütün deposu yapılmıştır. Yakın zamanlarda Halk Eğitim Merkezi öğrencileri tarafından kullanılan bina şu anda özel bir tekstil firması tarafından üretim yeri olarak kullanılmaktadır. Bedesten, Merzifon’un Osmanlı iktisadi tarihindeki önemini vurgulayan en önemli yapılardandır. Fakat ne yazık ki, bazı ilavelerden dolayı kısmen bozulmuş ve zamanla yıpranmıştır. (25) Bedesten 2007 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından restore edilmiş ve kullanıma açılmıştır.
Piri Baba Türbesi: Şehrin doğusunda bulunan türbe, halk arasında Ahmet Yesevi hazretlerinin Anadolu’ya gönderdiği altı kişiden birisi olan Piri Baba’nın medfun bulunduğu yer olarak kabul edilmektedir. Hurufat kayıtlarındaki bilgilere göre XVIII. yüzyılda Merzifon şehrinin yakınlarında olduğu belirtilen bu zaviye, bugün şehrin içinde kalmıştır. Evliya Çelebi’nin Şeyh Hazreti Pir Dede olarak bahsettiği zattan hurufat kayıtlarında “a’za-yı kiramdan kutbü’l-arifîn”olarak bahsedilmektedir. (26) Piri Baba ile ilgili halk arasında çok yaygın olarak anlatılan keramet hadiseleri bulunmaktadır. Bugün dahi insanlar türbeyi ziyaret ederek kimi zaman hurafelerle karışık bir vaziyette dilekte bulunurlar. Türbenin çevresindeki mezarlık ise ne yazık ki ortadan kaldırılarak imara açılmıştır.
Kümbet Hatun: Aslında bu kümbeti günümüze ulaşamayan eserler arasına almak gerekir. Zira 1943 depremi ile kubbesi yıkılan eserin içinde bulunan taş sanduka yıllarca açıkta durduktan sonra 1999 yılında çalınmış ve bu gün halkın 6 mayıs günlerinde gelip taş yapıştırıp, ağaçlara bez bağladığı bir park alanına dönüşmüştür. Kaynaklarda Kümbet Hatun ile ilgili birkaç rivayetten başka bir şey bulunmadığı için bu kümbetin kim için yapıldığı bilinmemektedir. Merzifon Belediyesi Binası: 1913 yılında Sivas Valisi Muammer Paşa zamanında halkın yardımlarıyla arsası alınan ve temeli atılan bina Kız Okulu olarak inşa edilecekti. Ancak I. Dünya Savaşı’nın çıkmasıyla gerek çalışanlarının askere alınması, gerekse ekonomik sebeplerden dolayı inşaata ara verilmiştir. 1919 yılında Merzifon’un İngilizler tarafından işgali sırasında İngiliz askerlerinin bir kısmı bu binada ikamet etmişlerdir. Ayrıca mahzeni işgalciler tarafından cephanelik olarak kullanılmıştır. 1925 yılında Kız (Ünsa) Mektebi olarak faaliyete geçmiş olup, 1930 yılında kız-erkek karışık ilkokul olarak hizmete devam etmiştir. Uzun yıllar Kara Mustafa Paşa İlkokulu adıyla eğitim öğretime devam edilmiş olan bina, 2007 yılında Merzifon Belediyesi tarafından restore edilerek Hizmet Binası olarak kullanılmaya başlanmıştır.
Darülkurra: Çifte Hamam'ın kuzey doğusunda (arkasında) Çatal Sokak 38 numarada, moloz taştan yapılmış, sıvalı kareden altı yere geçen üst örtüsü kubbeli ve üzeri kiremitli harap bir Darülkurra bulunmaktadır. Etrafı evlerle çevrilidir. İç mekânda bir ocak ve dolap nişleri bulunmakta olup, taban ahşaptır.
Taşkışla: 1893/1895 yıllarında Ermenilerin Merzifon’da çıkardıkları isyanlar sonucu, şehrin değişik mahallelerinde dağınık halde bulunan Nizamiye Taburu’nu bir araya toplamak amacıyla yaptırılmıştır. Taş Kışla; Merzifon, Havza, Lâdik kazalarından toplanan yardımlarla tamamen halkın desteğiyle yapılır. Devlet desteği olmadığı için de pek çok zorluklarla karşılaşılır. Kışlanın inşası 1897 yılında Binbaşı Dursun Bey’in olağan üstü gayretleriyle tamamlanarak Nizamiye Taburu dağınıklıktan kurtarılır. Binbaşı Dursun Bey işi baştan sıkı tutar. Mesai haricinde de usta ve erlerin başına nöbetçi dikerek çalıştırır. Bina yapılıp taban tahtalarının çakılmasına sıra geldiğinde işlerin daha da ilerlemesi için eli keser tutan erlere de keser verilerek ustaların yanında görevlendirilir. Lakin çalışan üç kişiye bir keser düşer. Böyle bir günde Kışladaki faaliyetleri görmeye gelen şair Hilmi Dede, durumu bir beyitle şöyle ifade ederek Taşkışla’nın hangi zorluklarla yapıldığını gözler önüne serer:
Hatli mefkûl maariften eser yok
Marangoz çok ellerinde keser yok
Halk arasında “Topçu Taşkışlası” olarak bilinir.
Kayıtlarda Geçen Fakat Günümüze Ulaşamayan Eserler
Merzifon kalesi: Merzifon’un antik iç kalesi, şehrin ortasında yer alan tek tepe üzerinde-dir. Dış kale ise, tepenin eteklerinde olup bugün herhangi bir izi kalmamıştır. Aslında Çelebi Sultan Mehmet devrinden itibaren şehir dış kale surlarının dışına taşınmıştır.(27) Evliya Çelebi, Seyahatnamesinde Merzifon Kalesinin özelliklerini şöyle anlatır: “Danişmendî-lerin binasıdır. Hâlâ Sivas eyaletinde, Amasya Sancağı hâkinde kerpiç bir Kal’ayı rânadır. İçinde asla evleri yoktur. Mühimmat ve levazım için muhafızları vardır.”(28)
Ulu Camii: Merzifon, Türkler tarafından fethedildiği zaman, ilk ulu camisinin nerede bulunduğunu bilmiyoruz. Ancak Halil Edhem Eldem’in Tarihi Osmani Encümeni Mecmuası’nın 43. sayısında yayınladığı “Merzifon’da Pervane Muîniddin Süleyman Namına bir Kitabe” konulu kısa yazısında; 1264-65 tarihinde Pervane Süleyman’ın bir cami yaptırdığı bilinmektedir. Ancak cami 1904 yılında çıkan yangında tamamen yanmış, 1906 yılında yeniden inşa edilmek istenmişse de mümkün olmamış ve arsası 1927-28 yıllarındaki vakıf arazi satışı furyasında satılmıştır. (29) Günümüzde Belediye’nin mülkü durumunda olan arsa baraka tarzında dükkanlarla çevrelenmiştir.
Dürrüzade Medresesi: Yeri bilinmemektedir.
Ahmet Ağazade Hacı Hasan Ağa Medresesi: 1798 yılında Ahmed Ağazade Hacıhasan Ağa ile diğer hayır sahipleri tarafından yaptırılmış olup yeri hakkında bilgi yoktur.
Muallimhaneler: İlkokul seviyesindeki öğretimin yapıldığı bu okulların sayısını Evliya Çelebi yetmiş civarında diye belirtmiş olmasına rağmen kaynaklarda sekiz tanesi ancak tespit edilebilmiştir. (30)
Devlet Hatun Vakfı: 1419 yılında Çelebi Sultan Mehmet’in annesi Devlet Hatun tarafından bir cami ile bir zaviye için yapılmıştır.
Kapan Han: Çelebi Sultan Mehmet Vakfından olan hanın yeri bilinmemektedir.(31)
Deve Hanı: Tacettin İbrahim Camiinin doğusunda bulunan kesme taştan inşa edilmiş Deve Hanı 1949 yılında harabe halinde iken, 1970’li yıllarda Belediye tarafından istimlak edilerek Taceddin Camiinin etrafı açılmak amacıyla yıkılmış ve sebze hali yapılmıştır. (32)
Günümüze ulaşamamış bu eserlerin dışında bir çoğunun kitabesi sağlam kalabilmiş onlarca çeşme şehrin muhtelif yerlerinde ayakta kalma mücadelesi vermektedir. Yine sağda solda ilgisizliğe mahkum mezar taşları ve bir çoğu yıkılmak üzere olan tarihi Merzifon evleri, kendilerini hiç olmazsa kayıt altına alacak hamiyetperver elleri beklemektedir. Merzifon’da Ermeni, Rum, Amerikan misyonerleri ve Fransızlara ait eserler de bulunmaktadır. Bunlar ayrı bir yazının konusu olabilecek kadar çok sayıda olduğu için burada değinilmemiştir.
Dipnotlar:
1- Darkot Besim, İslam Ansiklopedisi,VII, s.787
2- Erer Sermet Merzifon’un Monoğrafyası, İst. 1980 s. 5
3- Merzifon Guide 2000, İzmir 2000
4- Taşan Aziz, Dünden Bugüne Merzifon, İst. 1979, s.13
5- Özsait Mehmet, 1999-2000 Yılı Amasya-Merzifon Yüzey Araştırması T.C Kültür Bakanlığı 19. Araştırma Sonuçları Ayrı basım Ank 2002
6- George E. White, Bir Amerikan Misyonerinin Merzifon Amerikan Koleji Hatıraları, Tercüme Cem Tarık Yüksel, İst. 1995 s.169
7- Taşan Berin, Kırk Yıldır Aldatılan İlçe, Bedesten Kültür ve Sanat Edebiyat Dergisi sayı 13
Merzifon 2002
8- Tuğlacı Pars, Osmanlı Şehirleri, İst. 1985. s.245
9- Türkiye’de Vakıf Abideler ve Eski Eserler, Ank. 1983, s.312
10- Türkiye’de Vakıf Abideler ve Eski Eserler, Ank. 1983, s.313
11- Bayram Sadi, T.İş Bankası Kültür ve Sanat Dergisi sayı 5 Mart 1990
12- Türkiye’de Vakıf Abideler ve Eski Eserler, Ank. 1983, s.314
13- Merzifon Guide İzmir 2000
14- Türkiye’de Vakıf Abideler ve Eski Eserler, Ank. 1983, s.306
15- Taşan Aziz, age. S. 30
16- Türkiye’de Vakıf Abideler ve Eski Eserler, Ank. 1983, s.302
17- Türkiye’de Vakıf Abideler ve Eski Eserler, Ank. 1983, s.305
18- Türkiye’de Vakıf Abideler ve Eski Eserler, Ank. 1983, s.309
19- Türkiye’de Vakıf Abideler ve Eski Eserler, Ank. 1983, s. 299
20- Yeşil Abdulbaki, Merzifon Kara Mustafa Paşa Külliyesi, Kara Mustafa Paşa Uluslar arası
Sempozyumu, Ank. 2001, s. 336
21- Aksel Malik, Sanat ve Folklor İst. 1971, s. 227
22- Yeşil Abdulbaki, age. S. 339
23- Türkiye’de Vakıf Abideler ve Eski Eserler, Ank. 1983, s.327
24- Çerkez Murat, Merzifon Taş Han, Sempozyum Ank. 2001, s.432
25- Tunçel Mehmet, Merzifon Bedesteni, Sempozyum Ank. 2001 s. 387
26- Eken Galip, XIX. yy.da Merzifon Vakıflarına Dair. Sempozyum Ank. 2001, s. 352
27- Bayram Sadi. age.
28- Taşan Aziz, age, s. 22
29- Bayram Sadi age.
30- Eken Galip, age, s. 353
31- Arşivden Bugüne, Bedesten Kültür Sanat Edebiyat Dergisi sayı 16 Merzifon 2004
32- Bayram Sadi, age.
Her hakkı saklıdır. Yazarının ve Serander.Net'in izni olmaksızın alıntı yapılamaz, kullanılamaz.