Coğrafî açıdan Karadeniz; Balkan ve Anadolu yarımadalarıyla Kafkasya arasında uzanan bir iç denizdir. Eskiçağ’daki ismi Pontus Euksesinos olan bu deniz, Anadolu’daki Türk hâkimiyetinden sonra Karadeniz [Bahr-i Siyah] adıyla anılmaya başlanmıştır.
Bu ismin verilmesine sebep, eski Türk dilinde renklerin aynı zamanda yön ifade etmeleri hususiyetidir. Zira, bir renk karşılığı olan “kara” sözcüğü ayrıca “kuzey” anlamına gelmektedir. Bu ad öteki dillere “siyah deniz” şeklinde çevrilirken; İngilizce’de Black Sea, Fransızca’da Mer Noir, Almanca’da Schwarze Meer, İtalyanca’da Mare, Rusça’da Çernoye More, Romence Marea Neagra ve Arapça’da el-Bahrü’l-esved olarak karşılık bulmuştur.
Karadeniz’de balıkçılık gerek beslenme, gerekse ticarî açıdan önemli bir yere sahiptir. Karadenizli balıkçılar, nesilden nesile aktarılan tecrübelerle balık avı konusunda oldukça bilgi birikimine sahip olmuşlardır. XV-XVI. yüzyıllarda Karadeniz’de önemli bir konuma sahip olan Trabzon şehrinin balıkçılık yönünden çok gelişmiş olduğu bilinmektedir. Nitekim, Trabzon kanunnâmesinde avlanan her balık çeşidinden öşür alınması, balıkçılığın geliştiğinin bir işareti olmalıdır. Yine, ihtiyaç fazlası balıklardan balık yağı üretildiği ve bu yağın Hıristiyan mahallelerinde satıldığı, satılan bu balık yağından ihtisâb resmi alındığı kanunnâmede kayıtlıdır. Âşık Mehmed’in Menâzırü’l-avâlim (1598) adlı eserinde Trabzon denizinde nefis balıklar avlandığını bildirmesi, Evliya Çelebi’nin, Seyahatnamesi’nde (1640) Trabzon halkının uğraştığı yedi iş kolundan birinin balık avcılığı olduğunu kaydetmesi, balıkçılığın ve balık avcılığı ile uğraşanların önemli bir sayıya ulaştığını göstermektedir. Yine, Âşık Mehmed ve Evliya Çelebi, Trabzon denizinde bol miktarda hamsi, mezgit, kalkan, levrek ve kefal, kızılca tekir, kolyoz, uskumru balığı avlandığını kaydederler.
Osmanlı ülkesinde, deniz, göl ve nehirlerde avlanan ve satılan balıklardan “sayd-i mahî resmi” alındığı bilinmektedir. Meselâ, Hayriye tüccarından Süleyman Ağa’nın, balık rüsumu ile ilgili bir arzuhali de bu konuda ilginç bilgiler verir. Bu arzuhalden ve Trabzon Valisi Emin Paşa’ya hitaben gönderilen tahrirat müsveddesinden anlaşıldığına göre, Ordu ve Trabzon sancağı sayd-i mahi mültezimi Süleyman Ağa, Sürmene kazasından bazı kişilerin 1275 (1858) yılında avladıkları balığın rüsumunu ödemeksizin yağ çıkarıp sattıklarını ve yağın beher kıyyesi için rayiç olan elli beşer kuruşu ödemediklerini bildirmişti. Aynı dönemde benzer sıkıntılar, Trabzon vilayetinde de görülür. Nitekim, 17 Zilhicce 1277 (3 Ekim 1860) tarihli bir belge, sayd-i mahi rüsumu mültezimi Arif Bey’in söz konusu verginin tahsilinde karşılaşılabilecek sorunlara dair bilgi talebiyle ilgilidir.
Karadeniz’deki balıkçılık faaliyetine dair kaynaklar bununla sınırlı değildir. Şâkir Şevket, “deniz kenarında bulunan ahalinin balıkçı olduklarını, bunların çok miktarda yunus balığı avladığını” kaydeder. Darüşşafaka Müdürü Binbaşı Hüseyin Bey, 1885’de kaleme aldığı ders kitabında Karadeniz’de kalkanın, en çok da Trabzon ve Samsun vilayeti sahillerinde hamsinin avlandığını; Tüccarzâde İbrahim Hilmi ise Eski Trabzon ve Kemer denilen sahillerde petrol gazı damar ve kaynakları olduğunu, açıktan denize akıp gittiğini, bu nedenle avlanan balıkların etlerini kokuttuğunu ifade eder.
Trabzon vilayeti hakkında kıymetli bilgiler ihtiva eden 1888 tarihli salnâmeye göre ise denizde avlanan ve satılan balıklar arasında hamsi, kalkan, mercan, mezgit, palamut, tekir, turna, zargana başta gelmektedir. Hamsi, mevsimi geldiğinde çok tutulduğundan ucuza satılırdı. Ucuz olduğu için fukara köylü tarafından yeterli miktarda alınarak tuzlanır ve böylece çoluk çocuğun iaşesi sağlanırdı. Adî sardalyeden az ufak olan, lezzetli ve yağlı, buna karşın fazla tuzlu olduğundan alışık olmayana yenildikten sonra o nispette hararet veren hamsi, sahil halkı için büyük bir nimetti. 1893 yılında bol miktarda çıkan hamsinin beher batmanı iki kuruştan yirmi-otuz paraya kadar satılmıştı.
Trabzon Valisi Kadri Bey, Mabeyn-i Hümayun Başkitabetine çektiği 1 Teşrîn-i evvel 1308 (13 Kasım 1892) tarihli bir telgrafta, Trabzon’da kayıkçılık ve balıkçılık gibi işlerde çalışan bir çok ailenin karantina ve kordon altına alınmasından dolayı zarara uğradıklarını ve muhtaç duruma düştüklerini belirterek, bu kimselere yardım talebinde bulundu. Kadri Bey’in bu arzı üzerinde, Trabzon vilayetinde mağdur duruma düşen balıkçı ve kayıkçılara verilmek üzere yüz liranın gönderildiği kaydı bulunmaktadır (10 Şaban 1310/27 Şubat 1893).
Karadeniz’de yunus avcılığının yapıldığı da görülmektedir. Yunus balığının yağları çıkarılıp Avrupa’ya satılır, böylelikle birçok aile geçimini sağlardı. Yine kaynaklardan öğrendiğimize göre Sürmene limanında “Kurd” denilen bir balık bulunmakta, gemileri kemirerek zarar vermekte idi . 1900 tarihli salnâmede, vilayette avlanan ve ihraç edilen balıklar arasında yine hamsi, kalkan, mercan, mezgit, palamut, tekir, turna, zargana gösterilmekte, yunus balığının çok miktarda avlandığı, sahil halkı içinde, özellikle Sürmenelilerin bu balığı avlamada çok usta oldukları, yağını çıkarıp sattıkları, yılda yaklaşık on bin liraya yakın bir ticaret hacmi olduğu, hamsinin ise bol olduğu zaman gübre olarak tarlalara döküldüğü ifade edilir. Salnameler, Rize balıkçılarının, Sürmene balıkçıları gibi yunus balıklarını avladıklarını, bundan “don yağı” denilen balık yağı imal ederek dışarıya sattıklarını kaydetmektedir . Ayrıca, Trabzon, Rize, Araklı, Tirebolu, Kozağzı ve civarda bulunan diğer akarsu ağızlarında ilkel av araçlarıyla 5.000 kg kadar yılanbalığı avlandığı da bilinmektedir.
Osmanlı hükümetini meşgul eden bir diğer husus da Karadeniz sahilinde balıkçılık yapan Rus uyruklu balıkçılardır. Bu konuda, Hariciye Nezareti’nden Dahiliye Nezareti’ne hitaben 26 Teşrîn-i evvel 1325 (8 Kasım 1909) tarihli yazıda “Rusya tebaasından balık avlamak için Osmanlı sularına gelip-gelmediklerine, geldikleri halde sahilin hangi yerlerinde ve ne mevsimde balık avladıkları, ne kadar oldukları, limanlarda ne gibi rüsum ve tekâlif vergisine tabii tutuldukları, aynı yerlerde balık avlayan Osmanlı balıkçıları ile aynı muameleye tabii olup olmadıkları, Rusya’daki şehbenderlerimiz tarafından vize ettirmeyenlere yapılan işlem ve bunların her yıl avladıkları balıkların bilinmesi lüzum olduğundan” bahisle bunların cevabının Edirne, Kastamonu, Trabzon vilayetleriyle İzmid Sancağından sorulması talep edilmekteydi. Bu durum ayrıca karasuları kavramı ve niteliği açısından da önemlidir. Rusya’dan gelen balıkçılar olduğu gibi, Osmanlı ülkesinden de bilhassa Karadeniz sahilinde bulunan yerleşim yerlerinden Rusya’ya her yıl Ağustos ayında balık avlamak üzere giden balıkçılar da bulunmaktaydı. Geçimlerini temin etmek üzere Rusya’ya giden bu balıkçıların, Rus balıkçılarla kavga ettikleri de olurdu. Böyle bir kavga, 1909 yılı balık mevsiminde Kırım’da Kerç şehrinde Lâzistan [Rize] Sancağından ve Sürmene kazasından giden balıkçılar ile Rus balıkçılar arasında yaşanmıştı. Bu gelişme üzerine, Hariciye Nezareti, 1910 yılında Dahiliye Nezareti’nden mevsiminde balık avı için Kerç’e gidecek balıkçıların, mahalli idareciler tarafından şehbenderlerin nasihatlerine uymaları hususunda uyarılmasını istedi.
İstanbul Balıkhanesi müdürlerinden Karekin Deveciyan, Karadeniz kıyılarında İnebolu-Hopa limanları arasında avlanan ve satılan balık türleri arasında ağırlıklı olarak barbunya, berlam, hamsi, istavrit, izmarit, kalkan, karagöz, kaya, kefal, kılıç, levrek, lüfer, mersin, mezgit, minakop, orkinos, palamut, pisi, sarıgöz, tirsi, torik, yunus, zargana olduğunu belirtir. Yine, yazara göre Karadeniz limanlarında bir yılda 3.393.300 kg ağırlığında ve 6.211.500 kuruş değerinde balık satılmıştır. Satılan bu balıklar Trabzon limanında 1.200.000 kuruş değerinde (% 19.31), Sürmene limanında 350.000 kuruş değerinde (% 5.63), Rize limanında 300.000 kuruş değerinde (% 4.82), Pazar limanında 150.000 (% 2.41) kuruş değerinde, Giresun limanında 450.000 kuruş değerinde (% 7.24), Tirebolu limanında 140.000 kuruş değerinde (% 2.25), Ordu limanında 180.000 kuruş değerinde (% 2.89), Samsun ve Terme limanında 350.000 kuruş değerinde (% 5.63), Sinop limanında 1.200.000 kuruş değerinde (% 19.31), Çatalzeytin limanında 7.000 kuruş üzerinde (% 0.11) işlem görmüştür.
Birinci Dünya Savaşı, Rusya’da bulunan Osmanlı uyrukluları da etkiledi. Konsolos raporlarına göre burada bulunan Osmanlı uyrukluların sayısı 150.000-200.000 olarak tahmin edilmekteydi. Bunların % 90-95’i Müslüman olup, Trabzon ve Erzurum vilayetinden gelenler çoğunluğu teşkil ediyordu. Bunlar Rusya’da genellikle fırıncılık, otelcilik lokantacılık ve balıkçılık gibi işlerle uğraşıyorlardı ve aralarında büyük ticarethane sahibi zengin işadamları da bulunuyordu. Ayrıca, harp ilânından sonra Karadenizli balıkçıların sahil yakınlarında dolaşmakta olan Rus gemilerinin tacizine uğradıkları da dikkati çekmektedir. Nitekim, Rus torpidolarının sahilden açılan balıkçılar içinde özellikle yaşı küçük çocukları yakaladıkları ve bunlardan istihbarat almaya çalıştıkları haber alınmıştı . Bunun üzerine bir tedbir olarak Zonguldak sahillerinde yaşı 18’den küçük olan balıkçıların denize açılmamaları, diğerlerinin ise sahilden 2 milden fazla uzaklaşmamaları ve ufukta bir gemi gördüklerinde derhal geriye dönmeleri kararlaştırılmıştır. Aynı durum Karadeniz’in doğu sahilleri için de geçerliydi. Buralara da emirler yollanarak tedbir alınması istenmişti. Nitekim, Kastamonu Valisi Reşid Bey, Zonguldak dışında çocukların iskelelerde dolaşmalarına ve balık avlamalarına meydan verilmediğini (28 Kanûn-ı sânî 1330/10 Şubat 1915); Trabzon valisi Cemâl Azmi Bey, Lâzistan sancağında balıkçılığın tamamen yasak edildiğini, merkez ve bağlı vilayetlerde yirmi yaşından aşağı olanların kesinlikle balık avlamak için liman dairelerinden vesika almaları şartını koyduklarını, bütün balıkçıların sahilden bir milden fazla açılmamaları konusunda uyarıldığını bildirmişlerdi (28 Kanûn-ı sânî 1330/10 Şubat 1915). Alınan tedbirlere rağmen Rus torpidolarının bazı balıkçıları yakaladığı, beraberinde götürdüğü de oluyordu. Nitekim, 26 Kanûn-ı evvel 1331’de (8 Ocak 1916) Batum yönünden gelen bir Rus torpidosu, Mahrikale açıklarında bir kayık çıkararak daha önce yakaladığı balıkçıları ve çocukları sahile bıraktı. Serbest bırakılanların yedisi ihtiyar, 13’ü on iki-on üç yaşlarında çocuk olmak üzere yirmi kişi kadardı. Düşman torpidosunun bıraktığı bu balıkçılar Sürmene’nin Civera köyündendi ve serbest bırakılmayı bekleyen 27 kişi daha vardı. Rus torpidolarına karşı balıkçıları korumak için tedbir alınmakla beraber, balık tutmalarına resmen izin verilenlerden, muhtemelen Rum ve Ermeni asıllı bazı kimselerin düşman tarafına geçtiği de oluyordu. Dahiliye Nezareti, bu gibi firar hadiselerine karşı ne gibi bir tedbir alındığını Bolu ve Canik Mutasarrıflığı ile Kastamonu Valiliğinden de sordu (30 Teşrîn-i sânî 1333/30 Kasım 1917).
Savaş yıllarında durgunluk sürecine giren Karadeniz balıkçılığının, savaştan sonra ve Cumhuriyetin ilk yılları ile sonrasında, sahil yolu yapılmadan (1964-1966) önce ve trol tekniği ile avlanmanın henüz mevcut olmadığı yıllarda geleneksel usulde devam ettiği bilinmektedir. 1940’lı yıllarda Giresun-Ordu vilayetinde Bulancak’ın Küçüklü, Eriklimanı, Burunucu köyleri; Espiye’nin Zefre [Gülburnu] köyü; Keşab’ın Kulak mevki; Vona’nın [Perşembe] Kaleyka, Mersin, Çınar köyleri; Tirebolu’nun Yeniköy mahallesi; Ordu’nun Bozukkale’si belli başla balıkçı köyleri idi. Espiye, Zefre-Kulak, Keşap önleri ile Giresun adası, Batlama ve Güre dereleri ağızları, Ayvasıl-Burunucu önleri, Pazarsuyu deresinin ağzı ve Yason burnunun çevresi belli başlı balık av sahalarını teşkil etmekte idi. Yöre balıkçıları belirli zamanlarda balık avlamakta idiler:
– Eylül-Ekim aylarında bol miktarda daha çok Giresun-Bulancak arasındaki saha ile Vona çevresinde, kıyıdan 2-3 mil kadar mesafedeki sularda palamut avlanmakta idi. Avcıları ise Küçüklü, Eriklimanı, Giresun ve Vona’da bulunmaktaydı. Avda, önceleri “alamana” denilen bir ağ kullanılmakta idi. Daha sonraları “gırgır” ve “uzatma” kullanılmaya başlandı.
– Eylül’ün 15’inden Aralık ayına kadar zargana avı yapılmaktaydı. Avcıları, Giresun, Ayvasıl, Zefre, Kalecik ve Keşap’ta bulunmaktaydı. Avda, “barabat” denilen bir ağ kullanılırdı.
– Ekim-Kasım aylarında mezgit avlanmaktaydı. Bu balığın avında “tuna” adı verilen ve bir ipte 25 oltayı ihtiva eden hususi bir olta kullanılmaktaydı.– Aralık’tan Nisan ayına kadar hamsi avı yapılırdı. Avcıları bilhassa Eriklimanı, Giresun, Küçüklü, Kalecik’te bulunurdu. Av, balıkların daha ziyade Batlama, Kalecik önünde “Löngöz” adı verilen deniz içindeki derin kuyularda bir iki ay yattığı esnada fazla yapılırdı. Hamsi’nin avında “ırıp” denilen bir ağ kullanılmaktaydı.
– Nisan’ın 15’inden Haziran’ın 15’ine kadar barbunya, istavrit avı yapılmaktaydı. Karadan yapılan bu avda “manyat” denilen bir ağ kullanılmakta idi.
– Eylül’den Haziran sonuna kadar yılar, kefal, izmarit gibi balıklar avlanırdı. Avcıları, Bulancak, Ayvasıl, Eriklimanı, Giresun, Keşap, Zefre ve Tirebolu’da bulunmaktaydı. Bu avda “molozma” denilen bir ağ kullanılırdı.
– Mart’tan Haziran’ın 15’ine kadar kalkan (sac balığı) avı yapılırdı. Avcıları, Zefre, Bulancak ve Vona’da bulunmaktaydı. Avında “fanya” denilen ağ kullanılırdı.
– Mart’tan Haziran sonuna kadar Giresun çevresinde; Eylül’den Mayıs’a kadar Vona ve Tirebolu civarında; Kasım’dan Şubat ayına kadar Zefre’de motor balığı, tırtak ve afarna denilen, her üçü de yunus balığının çeşitlerini teşkil eden balık avı yapılmaktaydı.
1950’li yıllarda Doğu Karadeniz’de çok miktarda avlanan balıklar arasında yunus, istavrit, hamsi, tirsi ve mezgit bulunmakta idi. Ancak, mezgit balığının eti bu yıllarda makbul tutulmazdı. Bu yıllarda Rize’de avlanma mevsimi olan Ağustos-Haziran aylarında 3000 ton, Sürmene’de Ocak-Mart aylarında yıllık 300-500 ton, Tirebolu’da Mart-Nisan aylarından gırgır ve ırıp ile 300 ton kadar istavrit, Pazar’da yıllık 500 ton, Rize’de 1000 ton, Sürmene’de 2000 ton, Tirebolu’da 1000 ton, Samsun’da 1500 ton hamsi avlanmıştır. Rize bölgesinde 1951’de 100 ton tirsi, Sürmene’de 1950’de Ocak-Mart aylarında günlük 7 ton tirsi avlanmış, Trabzon balık pazarında 1950 ve 1951 yıllarında 55 ve 40 ton tirsi kaydedilmiştir. Bugün baktığımızda pek çok yerde olduğu gibi Karadeniz’de de balık avlama tekniğinin çok farklılaştığı görülmektedir. Artık denizlerimizde trol balıkçılığı, sonar denilen cihazlarla donanımlı tekneler tarafından yapılıyor. Ancak, artan kirlilik, sahil yolu yapımı ile balıkların yumurtlama yerlerinin bozulması, avlanan balık miktarı ve türlerinde bir düşüşe yol açmıştır. Yaklaşık 1940’lı yıllarda Karadeniz’in Anadolu sahilinde görülen, fazla büyümüş, 800 gram kadar ağırlıkta “iri istavrit” trolün etkisiyle 1965’lerden sonra çok az yakalanmış, 1970’li yıllarda da ortadan kalkmıştır. Bu da göstermektedir ki, günümüzde uygulanan bu balık avlama teknikleri balık çeşitliğini ve verimini azaltmaktadır. Dolayısıyla gerekli tedbirler alınarak; Karadeniz’de kirliliğin önlenmesi, avlanma mevsimlerine dikkat edilmesi, böylelikle balıkçılığın eski gönlerine kavuşturulması en içten dileğimizdir.
KAYNAKLAR: Metin Tuncel, “Karadeniz”, DİA, XXIV, 385-386; M. Hanefi Bostan, XV-XVI. Asırlarda Trabzon Sancağında Sosyal ve İktisadî Hayat, Ankara 2000, s. 425-426, 429; Evliya Çelebi Seyahatnamesi, II, İstanbul 1314, s. 92; Mahmut Ak, Menâzırü’l-avâlim, (Basılmamış Doktora Tezi), İstanbul 1997, s. 408; a.mlf., “Âşık Mehmed’e Göre Memleketi Trabzon ve Havalisi”, Bir Tutkudur Trabzon, İstanbul 1997, s. 190; Yücel Dağlı, “Evliya Çelebi Seyahatnamesinde Trabzon”, Trabzon Tarihi Sempozyumu (6-8 Kasım 1998), Trabzon 2000, s. 301; Ömer Akbulut, “Hamsi”, Hamsi, sayı: 26 (17 Nisan 1971), s. 17; Memâlik-i Osmâniyye’nin Zirâat Coğrafyası, İstanbul 1303, s. 171; Memâlik-i Osmâniyye Ceb Atlası, İstanbul 1323, s. 146; Şakir Şevket, Trabzon Tarihi (hzl. İsmail Hacıfettahoğlu), Ankara 2001, s. 96; Salnâme-i Vilâyet-i Trabzon, Trabzon 1311, s. 107-108; a.e., (1305), s. 80-81, 230; a.e., (1318), s. 96-97; a.e., (1313), s. 280-281; Karakin Deveciyan, Balık ve Balıkçılık, İstanbul 1331, s. 43-44, 213; Selçuk Trak, “Giresun-Ordu ve Ardülkesinde Avcılık”, AÜ Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi, sayı: II/5 (Ankara 1944), s. 783-786; Ömer Lütfi Rasim, “Tirebolu: Tarihî ve Bilhassa Coğrafî ve Harsî Tedkikler”, Genç Sesler, sayı: 2 (15 Mayıs 1928), s. 13; BOA, BEO. A. MKT. UM, nr. 474/51; BOA, Y. MTV, nr. 70/135; BOA, DH. EUM. 5. Şb, nr. 10/2, 20/41; BOA, DH. MUİ, nr. 34/2-30, 121/10; BOA, DH. ŞFR, nr. 81/182.
Her hakkı saklıdır. Yazarının ve Serander.Net'in izni olmaksızın alıntı yapılamaz, kullanılamaz.